Bundan yıllar önce bir Alman profesörü ile Filistin maslahatgüzarı televizyona çıkmışlardı. Alman profesör uzun uzun Arap milletini övdü, geçmişte ilimde büyük hamleler yaptıklarını,
Avrupalıların, bilhassa Almanların Araplarla çok yakın ilişkileri olduğunu, fakat Türklerin Arap coğrafyasını işgal etmesinden sonra onları sömürdüğünü, bu yüzden de Arapların geri kaldığı iddiasında bulundu. Filistin maslahatgüzarı sıra kendisine gelince şunları söyledi: “Biz tarihte Almanlarla Arapların ilişkisinin sadece Şarlman’ın Harun Reşit’e hediye ettiği saatle sınırlı olduğunu biliyoruz, bundan başka da bir ilişkiye şahit değiliz. Türkler Arapları sömürdü diyorsunuz, onlar Arap dünyasındayken vatanımız çöllerle kaplıydı; ne bulup ne sömüreceklerdi. Türkler bize Sürre alaylarıyla yiyecek ve giyecek gönderiyor, biz de giyiyor ve yiyorduk. Meğer bizde petrol ve gaz varmış; Batılıların yardımıyla Türkleri kovduk, ondan sonra sömürünün ne olduğunu anladık; fakat iş işten geçti.” Bunun üzerine Alman profesör, “Biz konumuza dönelim.” dedi. İlk defa bir entelektüel Müslüman’ın veya Arap’ın Avrupalılara karşı Osmanlı’yı savunduğuna şahit olmuştum.
Bizdeki aydınlar da tarihimizi Tanzimat’la veya 1923 ile başlatırlar; ondan önceki yıllar milletimizin üzerine karabasan gibi çökmüştü; sanki bir Akşemseddin, Balıkesirli Şerafeddin, Mimar Sinan gibi ilim ve sanat adamları yaşamamıştı. Elbette bizde milli, muhafazakar insanlar tarihimizi az buçuk doğru okurlar; onlar da ecdada saygılıdır. Fakat son günlerde 1980-2014 yılları arasındaki Prof. Dr. İsmail Erünsal’ın “Osmanlı Kültür Tarihinin Bilinmeyenleri” başlığı altında kitaplaştırması neslimiz bakımından övgüye değerdir. Bu kitapta pek çok iddialar var. Bir tanesi Yavuz Sultan Selim tarafından fetholunan Halep ve Kahire gibi şehirlerin yazma eserlerinin getirilerek İstanbul’daki kütüphanelerin oluşturulduğu iddiasını taşımaktadır. Bu iddiayı ilk ortaya atan, Erünsal’a göre, İbn İyas’tır. Yavuz’un Arap dünyasını fethinden sonra yağmalardan şöyle söz eder: “Sonra vezirler, Müeyyideye, Sorgutmasiyye ve Mahmudiye kütüphanelerinden nefis yazma eserleri almaya başladılar. Bu eserleri yerlerinden çıkararak el koydular. Bu hususta harama helale bakmadılar.” Bu tür iddiaları ortaya atan başka Arap araştırmacılar da bulunmaktadır. Mesela bunlardan Şaban Abdülaziz Halife, Osmanlıların Kahire’den yüz bin eser çaldığını, bunlarla İstanbul’da 42 kütüphane yaptırdıklarını yazmaktadır. Eymen Fuat ise yağmalanan diğer medrese kütüphanelerinden bahsetmektedir.
Erünsal, bu iddiaların hepsini çürütüyor. Eğer kütüphanelerden gelen kitaplar olsaydı, bunlar vakıf mührü taşıyor olurlardı. Eymen Fuat, İstanbul’a getirildiği söylenilen Memluklular dönemine ait ancak birkaç kitap bulabilmişti. Bu da suçlamaların temelsiz olduğunu bize göstermektedir.
Şurası bir gerçektir ki bilhassa Mısır’ın zengin kütüphanelerindeki eserlerin ne olduğunu sorgulamak gerekir. Erünsal’ın da belirttiği üzere yangınlar, işgaller, ihmallerin yanında Vakıf kütüphanelerinin büyük kayıplara uğramasının en önemli sebebi kitap ticareti bakımından bir ortam sağlaması ve bu yollarla para kazanmak isteyen yetkililerin tamahkarlıklarıdır. Bakın İsmail Erünsal bu durumu nasıl müeddel hale getiriyor: “1673 yılında burayı ziyaret eden P. Vanslep şehrin sahaflarından önemli sayıda değerli Farsça yazmalar satın almıştı. Vanslep’in satın aldığı kitaplar arasında 395 adet Arapça eser bulunmaktaydı.” Bir başka örnek de şunu vermektedir: “Fransız Jean Louis Asselin de Cherviff Kahire’deki diplomatik misyonda görev yaptığı yıllarda tarih ve coğrafya konusunda önemli eserler ihtiva eden 1.515 Arapça yazmayı satın almış ve Bibliothegen National’e göndermişti.”
Aslında yazılandan çok tarihçiye dikkat etmek gerekir. İbn İyas, Memluk ailesine mensup, Osmanlı’ya karşı objektif olamadığı için ve bilhassa genellikle Yavuz Sultan Selim hakkında olumsuz görüşler serdettiği ve tarafsız davranmadığı hakkında görüş birliği mevcuttur. Avrupalılar ise bizim tarihimizi yağmacılık olarak değerlendirirler. Halbuki kaynaklardan öğrendiğimize göre Osmanlı döneminde fethedilen ülkelerin vakıf mallarına dokunulmamıştır. Bir tarihçi Osmanlı’ya bakınca onun vakıf ve arşiv medeniyeti olduğunu görür. “Kütüphaneleri koleksiyonlarının korunması için büyük bir gayret sarf edilmiş; bu kütüphanelerin düzenli işleyebilmeleri için gerekli tedbirler alınmış, koleksiyondaki bütün eserlerin katalogları hazırlanmıştır. Fethedilen beyliklere ait topraklardaki hiçbir kütüphane İstanbul’a getirilmemiş, gerekli düzenlemeler yapılarak yerlerinde muhafaza edilmiştir.” Bunlara dair de Erünsal şu somut bilgiyi veriyor: Mesela Kanuni döneminde Bağdat’ta Asitane-i Hz. Ali, Musa Kazım ve Hz. Hüseyin türbe kütüphaneleri yeniden düzenlenmiştir. Ayrıca 1725 yılında Erdebil’i Safevilerin elinden alan Osmanlılar, Şeyh Safiyüddin-i Erdebil’in türbesinde bulunan 844 cilt kitabın kataloğunu hazırlamış, kütüphaneyi teşkilatlandırmıştır. Büyük tarihler küçük devletlere yük olur; ama İsmail E. Erünsal gibi bir evladımız olunca iş değişir, taşlar yerine oturmaya başlar.
Mehmed NİYAZİ – ZAMAN GAZETESİ
Link: http://www.zaman.com.tr/mehmet-niyazi/hayirli-bir-evlat_2264400.html